Teknoloji, içinde yaşadığımız çağda günlük yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olmuş ve çağdaş sanatta da birçok sanatçı tarafından farklı sanatsal ifade biçimi olarak etkisini göstermiştir. Teknoloji toplumsal yaşama biçimimizi her açıdan etkilemesiyle birlikte, aynı zamanda insan olmanın anlamını da bir bakıma yeniden tanımlamıştır. Bu bağlamda posthümanizm, insanlığın mevcut yaşam koşullarında yetersiz kaldığını ve teknolojiyi kullanarak insanın evrimsel sürecini tamamlaması gerektiğini savunan bir düşünce biçimi olarak değerlendirilebilir. Günümüzde tüketim aracı olarak nesneler yalnızca üretim, tüketim ve pazarlama süreçlerinde değil, aynı zamanda insan organlarının ve uzuvlarının yerine geçerek, bedenlerin robotlaşmasını sağlamış ve insanları siborg bedenlere dönüştürmüştür. Tarih boyunca sanatçılar, toplumsal değişimlerin, dönüşümlerin bir parçası ve öncüsü olmuşlardır. Bu tarihsel süreçte araştırmanın konusuyla ilgili olarak posthümanizmle birlikte farklılaşan insani dönüşüm, çağdaş sanatta doğal olarak sanatçıyı ve dolayısıyla sanat anlayışını da etkilemiştir. Çalışmanın amacı, giderek yapaylaşan ve sanallaşan kimlikleriyle öne çıkan, posthümanist düşünce bağlamında bedenlerini teknolojik olarak dönüştüren siborg sanatçıların çağdaş sanattaki yerini ve önemini incelemek ve bu dönüşüme dikkat çekmektir. Bu çalışmada makale konusuyla ilgili olarak sanatçı Stelarc, Neil Harbisson, Moon Ribas, Manel Muñoz, Joe Dekni ve Kai Landre incelenmiştir. Stelarc, insan bedeninin mevcut hâliyle yetersiz olduğunu savunarak, teknolojik implantlar ve protezlerle bedenin sınırlarını genişletmeyi amaçlamaktadır. Neil Harbisson, kafatasına yerleştirdiği anten sayesinde renkleri işitsel frekanslara dönüştürerek algılamaktadır. Moon Ribas, sismik sensörler kullanarak dünya üzerindeki depremleri bedeninde hissetmekte ve bu deneyimi sanatsal üretimlerine yansıtmaktadır. Manel Muñoz ise atmosferik basınç değişimlerini algılayan implantıyla hava koşullarını bedeninde hissedebilmektedir. Sonuç olarak, örnek olarak incelenen sanatçıların çalışmalarında, teknolojiyle birlikte insan bedeninin sınırlarının aşıldığı ve teknolojinin insan doğasının ayrılmaz bir parçasına dönüştüğü görülmektedir. Araştırma konusu olarak ele alınan posthümanist yaklaşımla siborg sanatçılar tarafından ele alınan ve bir tür çağımızın bir göstergesi olarak, giderek değişen, dönüşen ve sanallaşan, teknolojik olarak yeniden yapılandırılabilen bir varoluş alanı olarak insan bedeninin, çağdaş sanatta ayrı bir yeri olduğu düşünülmektedir. |
In today's world, technology has become an essential part of daily life and has shown its influence in contemporary art as a form of expression adopted by many artists. While technology shapes all aspects of social life, it also redefines the meaning of being human. In this context, posthumanism can be seen as a way of thinking that claims current human conditions are inadequate and that humanity must complete its evolutionary process through technology. Today, objects are not only part of production, consumption, and marketing but also act as replacements for human organs and limbs. This development has led to the mechanization of bodies and the transformation of individuals into cyborgs. Throughout history, artists have played a role in and led social changes. Within this process, the transformation of human identity through posthumanist thought has influenced both the artist and the understanding of art.This study explores the significance and position of cyborg artists in contemporary art, focusing on those who transform their bodies with technology and present increasingly artificial and virtual identities within the posthumanist framework. It examines the work of Stelarc, Neil Harbisson, Moon Ribas, Manel Muñoz, Joe Dekni, and Kai Landre. Stelarc argues that the human body is limited and aims to expand it with implants and prosthetics. Neil Harbisson perceives colors as sound frequencies through an antenna in his skull. Moon Ribas uses seismic sensors to feel earthquakes and reflect this in her art. Manel Muñoz senses weather changes through a pressure-sensitive implant. In conclusion, these artists’ works show that the boundaries of the human body are expanded through technology, which has become an inseparable part of human nature. The body, as a reconstructable and evolving space, holds a unique place in contemporary art.