Sanat, günümüz toplumsallığının kriz durumlarında, norm dışı düşünme ve davranma, verili gerçeklikte kısa devreler yaratma, statükoyu sarsarak hakikati yeniden ele geçirme imkanları sağlayan bir eyleme halidir; bir sıçramadır. Sanata erişimin ve sanatın sürdürülebilirliğinin gündelik eylemlerimizle gerçekleşebilmesinin imkanlarını araştırmak, diyalog temelli, ilişkisel ve beden odaklı, deneyim üreten pratiklerle mümkündür. Canlı sanatın deneyimlenmesi, arşivlenmesi ve geleceğe aktarılması ekseninde performans ve onun dokümantasyonu ikili bir karşıtlık içinde değil karşılıklı bir oluş içindedirler ve ancak bu yaklaşımla ele alındıklarında potansiyelleri açığa çıkmaya başlar. Bu makalede, post-performans kavramı ve belgeleme eyleminin performatifliği konusu, canlılık kavramının sinirbilim ve tıptaki gelişmelerle dönüşmesi bağlamında canlı sanatın yeniden düşünülmesi için araçsallaştırılarak, üç sanatçının tekrar pratikleri üzerinden ele alınacaktır. Radikal yaklaşımlarıyla sanatın sürece dayalı bir pratik olarak kavranmasına önemli katkıları olan Tino Sehgal, Lygia Clark ve Douglas Davis’in çalışmaları ekseninde birey ve toplum, organizma ve çevresi, birbirini dönüştüren, birbirine dolaşık eylemler ve oluşlarla birlikte karmaşık bir süreç olarak ele alınırken, maddesel–maddesiz, gerçek–kurgu, doğa–kültür, teori–pratik, beden–söylem, dijital–analog, sanat–sanat olmayan gibi ikiliklerin ötesine geçebilmenin potansiyelleri, Elizabeth Grosz’un yorumuyla Nietzsche ve Bilginin Koreografisi’ne başvurularak tartışılacaktır.
During the crises of contemporary society, art as an action becomes an opportunity and a leap for thinking and acting outside the norms, creates short-circuits within given realities, and reclaims truth by disrupting the status-quo. Researching the potentials of the sustainability and accessibility of art through daily activities can be made possible through practices that generate dialogical, relational, and body-centric experiences. Regarding the experience of live art, as well as its archiving and handing down to the future, performance and its documentation do not stand in a binary opposition, but in a process of mutual becoming. In this article, the concept of post-performance and the performativity of the documentation process will be utilized to rethink live art in light of a renewed perspective of life itself, through recent developments in neuroscience and medicine, and investigated through three artists' practices of repetition. Taking Tino Sehgal's, Lygia Clark's and Douglas Davis’ radical approach to art as examples that contributed to art's gaining acceptance as a process-based practice and drawing on Elizabeth Grosz’s explorations in Nietzsche and the Choreography of Knowledge, binaries such as individual vs. society, organism vs. environment will be investigated as complex processes and becomings with entangled actions and mutual transformations, including their potentials to surpass binary oppositions such as material vs. immaterial, real vs. fiction, nature vs. culture, theory vs. practice, body vs. discourse, digital vs. analog, art vs. non-art.