İmâmeti nas ve tayine dayandıran İmâmîyye, Ali b. Ebû Tâlib ile başlatıp Muhammed b. Hasan el-Askerî ile sonlandırdığı on iki imamı; efdâliyet, mâsumiyet, ilim, mucize, melekle iletişim ve kendisine itaatin gibi tüm peygamberlik özelliklerinde Hz. Peygamber’le özdeşleştirmektedir. Temel dinî bir ilke olarak kabul ettiği bu düşünce onun ilâhîyyât, nübüvvât ve sem‘îyyât kapsamındaki inanç ve anlayışlarının şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. İmâmet Doktrini denilen bu düşünceyi naslarla temellendirmek amacıyla birçok Kur’ân ayetini düşüncesine mesnet yapmaya çalışan İmâmîyye, bu amacını gerçekleştirmek için nasların içsel (bâtınî) anlamlarına yönelmiştir. Bunu yaparken ayetlerin siyâk, sıbâk, sebeb-i nüzul ve anlam çerçevesini dikkate almamasının yanında, ileri sürdüğü tezlerin tarihsel gerçekliklerle uyuşmaması da İmâmet Doktrininin, naslarla temellendirilmesi mümkün olmayan bir düşünce olduğunu ortaya koymaktadır.
Imāmīyyah who based the imamate on verse and nomination, lunches twelve imams faith with Ali b. Abu Tālib and endes with Muhammad b. Hasan al-Askarî. Imāmīyyah identifies twelve imams with the Prophet at all prophetic attributes such as epiphony, spirituality, knowledge, miracle, communication with the angel and obedience to him. This thought which he accepted as a basic religious principle played a major role in shaping his beliefs and understandings within the scope of divinity, prophethood and semīyyāh. Imāmīyyah, who tried to support this idea through Qur'anic verses in order to base this thought called Imāmate Doctrine, turned to the inner (ezoteric) meaning of the words in order to realize this purpose. In addition, the fact that Imāmīyyah do not take into account political and semantic framework of this verses, and the fact that the theses that he argues do not correspond with the historical realities, reveal that the Imāmate Doctrine is an unthinkable thought.