Demokrasi ve otoriterleşme alanında verilen eserlerde ele alınan birçok yaklaşımın artık günümüze uymadığı kanısında olan farklı siyaset bilimciler tarafından ele alınan demokrasi ve otoriterlik arasında kalan gri alanların da var olduğu dile getirilmeye başlandı. Bu gri alanlar, ‘karma rejimler’ adıyla genel bir başlık altında toplanabilir. Bu genel başlığın altında en çok tercih edilenlerden biri olan ‘seçimsel otoriteryanizm’ kavramı aslında post-Sovyet dönemde Orta ve Doğu Avrupa dahil ‘Üçüncü Dünya’ denebilecek birçok ülkede de kendini göstermeye başlamıştır. Bu kavram 1990’lardan bu yana demokrasi olarak adlandırılan birçok rejimin aslında oldukça minimalist bir yaklaşıma sahip olduğunu, sanılanın aksine temsili demokrasinin gereklerini hakkaniyetle yerine getirmediklerini ortaya çıkarmakta yararlı bir araç olmuştur. Nitekim ekonomik ve sosyal dönüşümlerin toplumlarda hâkim ideoloji ya da anlayışı büyük oranda değiştirebildiği son dönemlerde yeniden karşımıza çıkan bir gerçeklik olarak durmaktadır. Ekonomik ve sosyal dönüşümlerin toplumların belirli kesimlerinde rövanşizme neden olarak kendi kurtarıcısı olarak gördükleri sağ popülist, muhafazakâr ve milliyetçi partileri iktidara getirmeye başlamıştır. Bu tip partilerin spesifik özellikleri arasında gösterebileceğimiz demokrasinin tek taraflı okunması, özgürlüklerin kısıtlanması ya da göz ardı edilmesi, muhalefetin devlet baskısı altında işlevsiz hale gelmesi, ana akım partilerin skandalları ve yolsuzluklarından beslenmeleri verilebilir. Bu bağlamda Polonya’da özellikle 2015 sonrasında hem cumhurbaşkanlığında kendi adayının hem de parlamento seçimlerinde partinin tek başına iktidara gelmesiyle Hukuk ve Adalet Partisi (PiS)’nin yasama ve yürütmede tek hâkim olduğu görülmüştür. PiS’i sınırlayan tek engel olarak görülen Anayasa Mahkemesi, medya ve sivil toplum kuruluşları gibi politik aktörler kontrol altına alınmak istenmektedir. Bu da Polonya’da “hukukun üstünlüğü” ve “özgürlükler” konusunda demokrasiden sapmalara yol açmaktadır.
It has been stated that there are also gray zones between democracy and authoritarianism which are considered by different political scientists who believe that many of the approaches taken in the works given in the field of democracy and authoritarianism are no longer up to the present day. These gray zones can be grouped under the title of "mixed regimes". The concept of "electoral authoritarianism", which is one of the most preferred under this general title, has started to show itself in many countries, including Central and Eastern Europe, which could be called "Third World" in the post-Soviet period. This concept has been a useful tool to reveal that many regimes, which have been called democracy since the 1990s, actually have a very minimalist approach, unlike the belief that they have not met the requirements of representative democracy. As a matter of fact, economic and social transformations stand as a reality in the last period when it can change the dominant ideology or understanding in societies. It has begun to bring to power the right populist, conservative and nationalist parties, which economic and social transformations see as their savior, in certain parts of society, causing revanchism. Some of the specific features of such parties are the one-sided reading of democracy, the restriction or disregard of freedoms, the opposition becoming dysfunctional under state pressure, and the feeding of mainstream parties through scandals and corruption. In this context, the Party of Law and Justice (PiS) was the only ruler of the legislative and executive, with the party coming to power in the post-2015 presidential election and in the parliamentary elections. Political actors such as the Constitutional Court, media and non-governmental organizations, which are seen as the only obstacles limiting PiS, are to be controlled. This leads to backslidings from democracy in Poland on the issue of "rule of law" and “freedoms".