Osmanlı’da modern tıp on dokuzuncu yüzyılın ikinci çeyreğinde doğdu. Bu doğum, sarayın geleneksel pederşahi eksenli dünya görüşüne karşı olan genç doktorların eski ilişkileri “çağdışı” bulmasından kaynaklandığı için sancılıdır. 1836'da Mekteb-i Tıbbiye’nin teşkilâtındaki düzenlemede öğretim 6 yıla çıkarılarak daha önce okutulan Arapça ve din derslerinin müfredattan kaldırılıp klinik derslerin konulmasıyla bir daha geriye dönüşü olmayan yola girildi. Bu yol, Osmanlı modernleşmesinde modern tıbbın araçsal aklını oluşturan zihinsel kodlarındaki kopukluktur. Bu okullarda yetişen doktorlar zamanla değişik duaları defalarca okuyarak hastaların iyileşmesini beklemek yerine, klinik derslerle ilk kadavra uygulamasına başladılar. Bu makale, modern tıbbın doğum sancılarıyla ortaya çıkan kopukluk varsayımını sosyo-politik, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel bağlamda irdelemektedir.
Modern medicine emerged in the second quarter of the nineteenth century in the Ottoman Empire. This process was painful, as the young doctors who opposed the palace's traditional and ancestral worldview believed that the old relationships are “outdated”. In 1836, an irreversible new path was taken with the arrangement of the organizational structure of the Mekteb-i Tıbbiye: The length of education increased to 6 years with the introduction of clinical studies, and the Arabic and religion courses were removed from the curriculum. This path is the disconnection in the mental codes that constitute the instrumental mind of modern medicine in Ottoman modernization. The doctors who were trained in these schools started to practice on cadavers after the introduction of clinical courses in the curriculum, instead of waiting for the patients to recover by citing different prayers over and over again. This article examines the birth pains and the assumption of disconnection in modern medicine in a socio-political, socio-economic and socio-cultural context.